BİR FİNCAN SOHBET : Yazma Hikayem

Damla Nur Güney 28 Temmuz 2019 19:27

Bu akşam bir fincan kahvenizin yanında size eşlik etmek için yazıyorum. Ben ilk kez yaptığım kahveyi heyecanla içerken aklımdan geçenleri de anlatmak istedim. Önce kahvemden bahsedeceğim. French presse her fincan için birer tatlı kaşığı filtre kahve koyduktan sonra sıcak suyu da üzerine ekledim. Üç dakika demlendikten sonra pressi yavaşça aşağı indirip fincanlara boşalttım. Bitti mi? Tabii ki hayır. En eğlenceli kısmı soğuk sütü french presse döküp pressi aşağı yukarı hızla hareket ettirerek köpürtmekti. Köpüren sütü de kahvenin üzerine döküp kahvemi daha güzel bir hale getirdikten sonra üzerine bir tutam toz kahve döktüm ve birkaç dakikamı alan bu kahveyi içerken size yazmaya başlama ve geliştirme sürecimden bahsetmek istiyorum.

İşin aslı kendimde yazma hevesini ilk ne zaman fark ettim bilmiyorum. Ortaokulda arkadaşımla birlikte polis olmayı hayal ederdik. Sıkıldığımız derslerde önümüze bir kağıt alıp polis olunca yaşayabileceğimizi sandığımız -aslında fazlaca film konusu olabilecek- olayları düşünüp yazardık. O zamanlar olay örgüsü konusunda berbattım bence (burada aklıma o zaman yazdıklarımız geliyor ve tebessüm ediyorum kendi halimize). Liseye geçince kitaplarımın ve defterlerimin boş bulduğum kısımlarına kendimce deneme yazıları yazmaya başladım. Bu yazılar çoğu zaman dört ya da beş cümleyle sınırlı oluyordu. Daha sonra uzun olay örgülerine sahip hikayeler yazmak için bir sürü girişimde bulundum. Tüm lise hayatımda hiçbir zaman iyi olamadığım geometri defterim koca bir yürekle bu hikaye denemelerimi içinde bulundurma cesareti gösterdi her seferinde. Hayali karakterler yaratmakla başlayan serüvenim kağıda döktüğüm beş altı sayfadan sonra bitiyordu maalesef. Birkaç olay yazdıktan sonra sürekli tıkanıyor ve devamını getiremiyordum. O zamanlar bu durumdan nefret etsem de şuan o küçük sayfaların bile yazımı geliştirdiğini anlayabiliyorum. Birkaç yıl kendimi böyle ilerlettim hep. Belki de yerimde saydım öyle bilemiyorum. Lise son sınıfa geldiğimde çok yakın bir arkadaşımın “Neden anlattıklarınla ilgili bir kitap yazmıyorsun?” sorusu sayesinde gerçek bir kitap yazmakla ilgili ilk ciddi adımımı attım (Burdan kendisine sonsuz teşekkürlerimi ve sevgilerimi iletiyorum). O gün anlattıklarım ve aramızda geçen muhabbetin detaylı halini kitabım gerçek anlamda kitap olunca anlatmak istiyorum. 2015 yılının son günü büyük bir hevesle gittiğim kırtasiyeden kitabı yazacağım bir defter aldım ve yeni yılın ilk günü kitabı yazmaya başladım. Bana hayatımın dönüm noktası sorulsa kesinlikle yazmaya başladığım o günü söylerim. Her yeni yılın bir şeyler değiştirmesi beklenir ya genelde, ben o değişim hakkımı sanırım 2016 yılından yana kullandım. Kalemimin gerçek anlamda güçlendiğini hissettiğim, beni karakterlerimin yaşadığı dünyaya alan bir yıldı benim için. Her yazdığım sayfayı benim kadar hevesle takip etti okuldan iki yakın arkadaşım. Her gün heyecanla kitaptan konuşuyor, birlikte hayal ediyorduk. Onlar sabırsızca benim yazmamı bekliyorlardı, bense onların okumasını. Günler öyle geçti ve ben kitabın içinde daha çok kayboldum her gün. Kitap karakterlerimle konuşup kendimi deli sandığım zamanlar oldu. Kitap karakterlerime kötü bir sahne yazdığımda oturup ağladığım zamanlar da. Eğlenceli sahnelerde onlarla birlikte güldüm. O yüzden hayatımın gerçek anlamda dönüm noktası oldu benim için. Onlar hayal dünyamda büyürken ben de onlarla büyüdüm, olgunlaştım. Yazdığım bu fantastik kitaba üniversiteye geçince alışma sorunlarından dolayı bir buçuk yıllık uzun bir ara verdim ama bu arada kendi kendime başka yazılar yazmayı hiç ihmal etmedim. Hala kitaplığımın en üstünde yazılmayı bekliyor. Ben de onu yazacağım günü.

Kitaba verdiğim ara belki de kafamda çok kurduğum için yazamadığım ihtimalini de aklıma getirince yeni bir defter alıp başka bir hikaye yazmaya başladım. Yeni bir serüven, yeni karakterler… Hatta bu yazıyı yayımladıktan sonra bu bahsettiğim yeni karakterlerle yazı yazmaya devam edeceğim.

Beni bu yazıyı yazmaya iten ve en başından beri bu süreci düşündüren şey odamı toplarken bulduğum birkaç kağıttı aslında. Şu bir türlü sonunu getiremediğim hikayelerimden birini buldum. Ne zaman yazdığımı tam bilmediğim ama dokuzuncu sınıfta yazdığımı anımsadığım üç sayfalık kitap girişimimden birkaç cümle yazmak istiyorum buraya.

… ve konuşmamız bitmişti.Ağlamaktan ağrıyan başım çekilmezliğini beşe katlarken gözüm saate kaydı. Uyumalıydım. Düşünmemeliydim. Amansız bir heyecan geziyordu içimde. Kalp atışlarım daha hızlıydı ama tarifi olmayan bir burukluk taşıyordu yanında.

Şimdi size yazarken bile düzeltmek istediğim o kadar çok yer oldu ki! Merak etmeyin,düzeltmedim çünkü yenilerde yazdığım bir alıntı da koyacağım buraya.

…On dokuz yaşımın başlarında hayatımı değiştireceğine inandığım bir keşif için arayışa çıkmıştım ama büyük sorunlarım vardı. Aradığımın gerçekten olup olmadığını bilmiyordum. Eğer varsa nerede aramam gerektiğini de bilmiyordum. Girdiğim her sokakta, dinlendiğim her parkta, kahvemi içtiğim her kafede arıyordum. Her seferinde ellerim bulamadıklarımla dolu geri dönüyordum kendi zihnime.

Tabii böyle olayların başını sonunu bilmeden ortadan bir alıntı okuyunca pek anlamlı gelmiyor. Yine de dediğim gibi beni bu süreci düşünmeye iten yazılarımdan birkaç cümle de koymak istedim yazıma.

Şimdilik yazma serüvenimi bu kadar anlatabiliyorum. Umarım bir gün bu konuyla ilgili tüm hayallerimi gerçekleştirmiş olarak yazarım bu yazıyı. O güne kadar umudunu hiç kaybetmeyen biri olarak yazacağım.

Kahvem çoktan bitti. Başka yazılarda, başka konularda yine burada buluşabilmek dileğiyle!

sohbet

Bir yanıt yazın

Yorumlar (0)

Bu yazıya ait yorum bulunamadı. İlk yorumu sen yapmak ister misin?