BİR FİNCAN SOHBET : KİTAP KARAKTERLERİ
Günün hangi saatinde okuyorsanız sonrasının iyi geçmesini temenni ederek başlıyorum yazıma. Çayınızı, kahvenizi içerken cümlelerimle yanınızda olabiliyorsam ne mutlu bana. Benim en sevdiğim konseptlerden biri olan “bir fincan sohbet’in” ikincisinden sevgilerle!
Yazdığım hikayelerin bana kattığı en büyük ve en güzel şey yazdığım bütün karakterlerin daima benimle oluşu. Kalemde, kağıtta, bilgisayarda kalmıyorlar çünkü. Kafamın içinde ben uyuduğum zaman uyuyorlar, üzüldüğüm zaman hepsi ne yapacağını bilmez şekilde izliyor beni. Eğlendiğim zaman hep birlikte eğleniyoruz. Bazen işin içinden çıkamadığım zamanlar oluyor. Ne yapacağımı bilemediğim o anlarda düşünüyorum. Karakterlerimden biri olsaydı ne yapardı diye. Kızar mıydı, görmezden mi gelirdi yoksa çıkıp konuşur muydu? Bazen mantıklı karakterlerin yapacağını yapıyorum, bazen başvurduğum ilk kişiler deli dolu karakterlerim oluyor.
Kalemi ilk elime aldığımda hiçbirini tanımıyorum. Günlerce belki haftalarca isim sitelerinde dolanıyorum bulmak için. Tam ümidimi yitireceğim sırada bir isim çıkıyor karşıma. Görür görmez gözlerim parlıyor. Anlamı, kendisi kafamdaki karaktere o kadar uyuyor ki “işte bu!” diyorum heyecanla. Sonra fiziksel özelliklerini belirliyorum. Gözlerinin hangi renk olduğu benim için çok önemli mesela. Parıl parıl kahverengi bakışlara mı sahip, donuk mavi gözleri mi yoksa neşeli bakan ela gözleri mi var? Saçlarını dağınık kullanmayı sevecek biriyse biraz uzun olsun saçları. En yakın arkadaşı kim olsun? İlkokuldan beri sürdürdüğü arkadaşlıkları olacak kadar şanslı mı olsun yoksa yalnızlıklar içinde yaşamaya bayılan biri mi? Kendini en çok kimin yanında iyi hissetsin? Üzüldüğünde kenara çekilip acı mı çeksin yoksa ortalığı ayağa mı kaldırsın? Mutlu olduğunda gözlerinin içi gülecek mi, belki de güldürmeyen bir yarası var. Her şeye üzülecek mi peki? Belki de bir sürü şey yaşamış, basit şeylere üzülmeyecek kadar sağlamlaşmış. Belki de herkes gibi. Sokakta yanımızdan geçip giden birinin dinlediği şarkıyı dinliyor her sabah. Vitrinde görüp “Bunu hiç beğenmedim.” dediğin ceket O’nun en sevdiği ceketi. Ayakkabı bağcıklarını bağlamadan dışarı çıkmıyor. Tabii hepsinin en yakın arkadaşı benim ama bu hepimizin arasında bir sır. (Burada gururla gülümsüyorum.)
Kalemi elime aldım, isimlerini yazdım, görünüşleri zihnimde. İşte tam o zaman başlıyor karakterler oluşmaya. İlk başlarda ben itekliyorum, “şunu yapsın, bunu yapsın” diye. Yaptıkları ve yapacakları benim elimdeki kaleme bağlıyken kıyamıyorum hiçbirine. Ayakları taşa çarpsın, kalpleri ufacık kırılsın istemiyorum. Kötü olayları yazdığım sayfalar hiç bitmiyor. Her cümlede geriliyorum, her cümlenin başında durup derin bir nefes alıyorum yaşadıklarını sindirmek için. Onların çaresizliğini hisseden parmaklarım saçlarımın arasından geçiyor tedirgince. Ellerim yüzümü sıvazlıyor işin içinden nasıl çıkacağımı düşünürken. Onlar tehlikedeyken ben de tetikte oluyorum. Gözlerim etrafı tarıyor, en ufak seste kalkıp koridora bakıyorum. Tehlikenin biteceği son satıra neredeyse saniyeler içinde geliyorum. Sanki o köşeyi ben onlardan önce dönüp kontrol ediyorum. Ruhum sığmıyor kağıda, onların sokaklarına koşuyorum. Hepsinden önce gidiyorum bir şey olacaksa ilk ben görüp hepsine haber vereyim diye. Onlar mutluyken yüzümde gülücükler açıyor. “Ben yaşasam bu kadar mutlu olmam.” diyorum.
Zaman geçiyor, onlar büyüyor. Yaş olarak değil, fiziksel olarak da değil. Olgunlaşıyorlar. Hepsi birer karakter giyiniyor üstüne. Benim kalemimin kağıda değdiği yerde benim hayal gücüm yok sadece, artık her birinin iradesi de var. Hepsi zihnimde seçiyor yapacaklarını. Ben bir kişiyken, biz sayısız bir kalabalık oluyoruz içimde. Bazen birazımız siyah oluyoruz, birazımız beyaz. Uzun ve boş bir yolda yürürken konuşuyorum hepsiyle, yüzümde kocaman bir gülümseme ile. Öyle arkadaş oluyoruz ki, yanlış bir şey yapacakları zaman hayır demiyorum. “Bak, sonu böyle olacak.” diye uyarıyorum. Bazen kıyamayıp o kötü sonları yumuşatıyorum. Bazı zamanlar ise yaptığı şeyin sonucuna katlansın diye içten bir sitemle yazıyorum. Sonra yine kıyamayıp bir şekilde mutlu ediyorum. En ufak şeyden mutlu olmayı bizden daha çok biliyorlar gibi geliyor bana. Yazmadığım zamanlarda bekliyorlar beni. Ne vakit elime bir kağıt kalem alsam mutlulukla ışıldıyor gözleri. Her daim sadık bir dost gibi bekliyorlar beni. Bıraktığım yerde, bıraktığım tarihte.
Her zaman çok şanssız biri olduğumu iddia etsem de Dünya’nın en sadık dostlarına sahip olduğum için şanslıyım aslında. Benim kalbi mürekkepten, gölgesi kalemden, duyguları buluttan olan dostlarım. Hepinizi çok ayrı seviyorum. Ne zaman zihnimde yerleşik düzene geçtiniz bilmiyorum ama iyi ki geldiniz. Umarım hep benimle olursunuz. Kağıdın, kalemin arkasında saklanıp geçireceğimiz uzun yıllarımızın olması dileği ile!
Hayır ağlamıyorum, gözüme kitap karakterlerim kaçtı. 🙂 Umarım bir gün hepsiyle tanışma şansınız olur ve siz de en az benim kadar seversiniz hepsini. Sizin de yazdığınız/ okuduğunuz kitaplarda kendinize çok yakın hissettiğiniz, aklınızdan çıkaramadığınız karakterler var mı? Cevaplamak ve diğer görüşleriniz için yorum kısmından ya da sitenin iletişim kısmından bana mail yoluyla ulaşabilirsiniz. Sağlıklı günler!
Yorumlar (2)
Alpha
Suç ve Ceza’nın Raskolnikov’u, Nar Ağacı’nın Setterhan ve Zehra’sını, İpek Ongun’un Serrası’nı hiç unutamıyorum bana göre onlar hayatın bir köşelerinde yaşayıp gidiyor, bazı bazı benim dostlarımmış gibi konuşuyorum onlarla, bence Almira’da arkadaşlarıda diğer karakterlerinde hayatımızın bir yerinde karşımıza çıkacak eğer çok iyi bir okur olursak görebiliriz diye umut ediyorum. 💛
birdamlayazar
Okuduğum kitapta karakterlerin ölmesini tam da bu yüzden sevemedim bir türlü. Senin dediğin gibi bağlandığımız karakterler kitaplardan çıkıp ete kemiğe bürünüp bizim görmediğimiz yerlerde yaşar hale geliyor bir süre sonra. Sıfırdan Geri Sayım hikayemden Almira ve diğerleri, diğer hikayelerimdeki karakterler sizinle gerçek hayatta da hayal aleminde de karşılaşmak için her daim sabırsızlıkla bekliyorlar.💙